Necati
ABAY’ın Davası Ankara Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nde 12 Eylül 2012 Tarihinde
Görülecek...
Platformumuz
Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu’nun (TGDP) Sözcüsü Necati Abay, dokuz
yıldır tutuksuz yargılanan bir gazetecidir. 4 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul 12.
Ağır Ceza Mahkemesi tarafından “kanıt yok ama kanaatten” 18 yıl 9 ay ceza
verilmişti. Bu dava tam bir hukuki garabet davasıdır. Artık bu dava Yargıtay’ın
gündemindedir ve 12 Eylül 2012 tarihinde Ankara Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nde
duruşma yapılacaktır.
Aşağıda
Platformumuzun sözcüsü gazeteci Necati Abay’ın kaleme aldığı 9 yıllık hukuki
garabetin, polis komplosunun ibretlik öyküsünü, aynı zamanda İstanbul Emniyet
Müdür yardımcılığına atanan Sedat Selim Ay’ı işkence davasında mahkum ettiren
15 kişiden birisi olarak yaptığı açıklamayı basının ve kamuoyunun bilgisine ve
ilgisine sunuyoruz...
Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma
Platformu (TGDP)
1
Eylül 2012
...............................................
Necati
ABAY
Tutuklu
Gazetecilerle Dayanışma Platformu (TGDP) Sözcüsü
1 Eylül
2012
Dokuz yıldır tutuksuz yargılanan
bir gazeteciyim...
Dokuz yıldır adalet
arıyorum...
Sedat Selim Ay benim de
işkencecimdi... Onu mahkum ettiren 15 kişi arasında ben de vardım...
Dokuz
yıldır tutuksuz yargılanan düzen muhalifi sosyalist bir gazeteciyim. Dokuz
yıldır adalet arıyorum. Bu dava tam bir hukuki garabet davasıdır. Tam bir polis
komplosu davasıdır. Polis teşkilatıyla aramda husumet de bulunuyordu. 12 Eylül
darbesi döneminde Bayram Kartal’ın da aralarında bulunduğu işkenceci polislerin
ağır işkenceli sorgularından geçtim. O dönemde Bayram Kartal hakkında savcılığı
suç duyurusunda bulunmuştum. Ama savcılık “soruşturmaya gerek olmadığı”
kararını vermişti. 21 Şubat 1997 yılında gözaltına alındığımda da ağır
işkenceli sorgulardan geçirildim. Aynı operasyonda gözaltına alınan İşçinin
Yolu dergisi yazı işleri müdürü gazeteci Asiye Güzel Zeybek tecavüz işkencesine
maruz kalmıştı. Aynı operasyonda ağır işkencelerden geçirilenler arasında
bulunan Süleyman Yeter ise 2 yıl sonra (Limter-İş sendikası eğitim uzmanı ve
Dayanışma gazetesinin editörüydü) 7 Mart 1999’da Sedat Selim Ay’ın TİM şefi
olarak başında olduğu işkenceci polisler tarafından öldürülmüştü. Diğer işkence
mağdurları gibi ben de işkence gördüğüme dair rapor almıştım. Filistin askısı
olarak adlandırılan ters ve düz askı, askıdayken elektrik verme, cinsel
organımdan elektrik verme, hayalarımı sıkma gibi çeşitli işkencelere maruz
kalmıştım. Bu işkencelerin sonucunda şu anda iki kolumu da kullanmada ciddi sorunlar
yaşıyorum. Geçtiğimiz haftalarda İstanbul Emniyet Müdür yardımcılığı ve Terörle
Mücadele Şubesi (TMŞ) müdürlüğüne atanan Sedat Selim Ay’ın (TİM şefi
yardımcısı) ve TİM şefi Bayram Kartal’ın başında bulunduğu işkenceci polisler
aleyhine dava açan 15 kişiden birisi de bendim. İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi
tarafından Sedat Selim Ay, Bayram Kartal ve Yusuf Öz’ü 11 ay 20’şer gün hapis
cezası vermişti. Dava Yargıtay’da işkenceci polislere az ceza verildiği
gerekçesiyle bozulmuştu. Ama klasikleşmiş devlet politikası olarak
işkencecileri koruma uygulaması nedeniyle bu dava zaman aşımına uğratıldı. Bu
kez AİHM’e başvurduk ve AİHM Türkiye’yi işkence davasının titizlikle takip
edilmediği gerekçesiyle tazminat davasına çarptırdı. Ben ise bu davada 8 ay
tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldım, yargılanmanın sonunda da beraat
ettim. İşkenceci polisler mahkum olurken benim beraat etmem, işkencecileri
çileden çıkarmıştı. Düzen muhalifi bir gazeteci olarak “başıma çorap örüleceği”
kaygısını hep yaşadım. Nitekim bu kaygım 9 yıllık hukuki garabet sürecinin
başlangıcında gerçekliğe dönüştü.
9 Yıllık hukuki garabet
öyküme gelince...
Mart
2011’de Ahmet Şık ve Nedim Şener’e yapılan komplonun çok daha ağırı 9 yıl önce
bana uygulandı. 2003 yılında Atılım gazetesinde yazar-editör olarak
çalışıyordum. Komplo kurulmadan 2 ay önce 4 Şubat 2003’te çalışma
arkadaşlarımla birlikte gazeteden gözaltına alınmış ve serbest bırakılmıştım.
Gözaltındayken bir polis şefi beni “Atılım gazetesinde bombalama eylemlerinin
haberini yaparsanız başınız beladan kurtulmaz. Seni her an tutuklatabiliriz. Ne
zaman tutuklatacağımıza biz karar vereceğiz” şeklinde tehdit etmişti. Bu aynı
zamanda otosansür dayatmasıydı. Ben de, “basın özgürlüğünü savunduğumuzu, haber
değeri taşıyan her haberi diğer medya organları gibi yayımlayacağımızı”
söylemiştim. Nitekim 2 ay sonra 13 Nisan 2003 tarihinde evimden bilgisayarımla
birlikte gözaltına alındım. Evimdeki aramada hiçbir “suç unsuru”na rastlanmadı.
Vatan caddesindeki Terörle Mücadele Şubesi’ne götürüldüğümde, gazetemde
bombalama eylemlerinin haberi yapıldığı için, emniyetteki otosansür dayatmasına
karşı çıktığım için “İstanbul’daki
bombalama eylemlerinin koordinatörü olmak”la suçlandım. Suçlamaları reddettim.
Bunun 3. sınıf bir komplo olduğunu söyledim.
4
günlük gözaltından sonra 17 Nisan 2003’te savcılığa çıkarıldım. Savcılık
tutuklanma istemiyle sorgu hakimliğine sevk etti. Sorgu hakimi “bombalama
eylemlerinin koordinatörü” suçlamasını ciddiye almamış olacak ki beni serbest
bıraktı. O zaman, “oh be, komplo 4 günde açığa çıktı” diye sevinmiştim. Ama
yanılmışım. Birkaç saat sonra savcılığın yaptığı itiraz üzerine tutuklanıp
Tekirdağ F Tipi Cezaevi’ne konuldum. Uzun süre hem ben hem avukatım dava
dosyasına ulaşamadık, çünkü dosyaya gizlilik kararı konulmuştu.
24.07.2003
tarihinde iddianame hazırlandı. İddianameden “yasadışı örgüt” temasıyla
tutuklandığım anlaşılıyordu. Bu klasik bir devlet politikasıydı. Hedefe konulan
gazetecilerin, yazarların, aydınların “illegal örgüt üyeliği veya yöneticiliği”
iddiasıyla gözaltına alınmasının, ağır cezalara mahkum edilmesinin sayısız
örneği vardı. Nazım Hikmet, Hikmet Kıvılcımlı ve Kemal Tahir’in 1938’de “ordu
içinde örgüt kurma” iddiasıyla uzun yıllar hapishanelerde tutuldukları veya 12
Mart döneminde Emil Galip Sandalcı, Erdal Öz ve Altan Öymen’in uçak kaçırmak
iddiasıyla tutuklandıkları biliniyor. 12 Eylül darbesinden sonra ise böylesi
örnekler sayfalara sığmayacak kadar çoktur. Bir yıllık tutukluluğun ardın
serbest bırakılan Ahmet Şık ve Nedim Şener’in “Ergenekon terör örgütü üyesi”
oldukları iddiasıyla yargılanmaları sürüyor. Ben de MLKP’nin bombalama
eylemleri yapan 3 hücresinden sorumlu ilan edilmiştim. 4 Şubat 2003’te
gözaltında yapılan “bombalama eylemlerinin haberini yaparsanız seni
tutuklatırız” tehdidi açık bir komployla gerçekliğe dönüşmüştü.
Komplo,
hayatımda hiç görmediğim, tanımadığım gözaltına alınan bir insana, benim adımın
geçtiği, polis tarafından hazırlanmış bir “ifade metni”nin rızası dışında
imzalatılmasıyla oluşturulmuştu. Fakat “küçük” bir kusuru vardı komplocuların,
bu iddialarını doğrulayacak herhangi bir maddi kanıt gösteremiyorlardı. Ayrıca,
söz konusu ifadeyi polis zoruyla imzalayan
söz konusu insan, savcılığa yazdığı dilekçede ve mahkeme süreçlerinde
“Necati Abay’ı tanımadığını, tanımadığı kişi hakkında beyanlarda bulunmasının
olanaksız olduğunu, ifade tutanağını polisin zorla, işkence altındayken
imzalattığını” belirtmiştir. DGM’ye gönderdiği 17 Nisan 2003 tarihli
dilekçesinde de, “gözaltında bana ilaç verip ifade imzalattılar” demiştir.
Açıkça anlaşılacağı gibi, polis, 6 ay tutuklu kalmama ve 8 yıl sonra da, 18 yıl
9 ay hapis hükmüne mahkum edilmeme gerekçe gösterilen “ifade tutanağı”nı,
gözaltındaki bir insana okutmadan ve
iradesi dışında imzalatmak yoluyla imal etmişti.
İddianame
de, polisin düzenlediği, fakat en küçük bir maddi delille destekleyemediği bu
düzmece “ifade tutanağı”na dayanıyordu. 21 sayfalık iddianamenin 19.
sayfasındaki benimle ilgili kısım sadece şundan ibarettir.
“4- NECATİ ABAY:
İstanbul’da MLKP örgütünün
üç hücre evinin bulunduğu... bu 3 hücre evlerinin sorumlusunun sanık Necati
Abay olduğu, hücreler arasındaki irtibatı sağladığı ve yasadışı silahlı MLKP
terör örgütü içerisinde gizliliğini sağlamak maksadıyla Emre kod adını kullandığı,
bu suretle sanık Necati Abay’ın yasadışı silahlı MLKP terör örgütü adına
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısmını bozma ve değiştirme
veya kaldırmaya cebren teşebbüs etmek suçunu işlediği...”
Peki
bu iddiaları kanıtlayacak dayanak nedir? Bu “3 hücre evi” neredeymiş? Necati
Abay’ın bunlarla ilişkisini gösteren ne varmış? Bu “hücre evleri”nde barınan
insanlarla Necati Abay nasıl ilişki kuruyormuş? “Hücreler arası irtibatı” nasıl
ve kimler aracılığıyla sağlıyormuş? Polisin 24 saat izlediği, dinlediği bir
sosyalist gazetede çalıştığı, polisin bildiği, izlediği, dinlediği sabit bir
ikemetgahta oturduğu halde, nasıl olmuş da polis, Necati Abay’ın “hücreler
arası irtibat”ına dair tek bir maddi kanıt elde edememiş! Keyfilik ve kendi
hukukunu çiğnemede sınır tanımazlığın bir örneğidir bu dava.
Tutuklanmamdan
yaklaşık 6 ay sonra, 3 Ekim 2003 tarihinde 4 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde
ilk duruşmam görüldü. Savunmamı yaptım ve mahkeme beni tutuksuz yargılanmak
üzere serbest bıraktı. Sorgu hakimliğinde serbest bırakıldığımda sevindiğim
gibi ilk duruşmamdaki tahliyeme de sevinmiştim. “Oh be, 6 ay sonra da olsa
komplo açığa çıktı” diye düşünmüştüm. Mahkeme heyeti ağırlaştırılmış müebbet
hapis istemiyle yargılanmama rağmen “bombalama eylemlerinin koordinatörü”
olduğum iddiasını anlaşılan ciddiye almamıştı. Ama yanılmışım...
Mahkeme
8 yıl sürdü. Bu arada belirteyim, düzen muhalifi gazetecilere, başta Basın
Konseyi ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti
olmak üzere, basın meslek örgütleri sahip çıkmadığından, tahliye olduktan hemen
sonra, Şubat 2004’te Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu’nu kurduk. O
tarihten bu yana TGDP’nin sözcülüğünü yapmaktayım.
8
yıllık mahkeme süreci boyunca aleyhime hiçbir delil bulunamadı. Çünkü asılsız
iddiayla suçlanıyordum ve olmayan delil bulunamazdı. 8 yıl sonra 12. Ağır Ceza
Mahkemesinin 4 Mayıs 2011 tarihli karar duruşmasında hakkımda18 yıl 9 ay hapis
hükmü verildi. Beraatten adeta eminken böyle bir kararla karşılaşmak doğaldır
ki, beni, avukatım Gülizar Tuncer ve davayı izleyen insanları çok şaşırttı.
Tek
cümlelik mahkeme kararında benimle ilgili şunlar yazılı:
“Sanık Necati Abay’ın
yasadışı MLKP örgütünün emir ve kumandaya haiz üyesi olduğu konusunda tam bir
kanaat oluşmuş ise de; dosya kapsamında işlenen eylemlerle doğrudan bağlantısı
ve iştiraki tespit edilemediği anlaşıldığından sanığın eyleminin 765 sayılı
TCK’nın 168/1. Maddesi kapsamında kaldığı... müebbet hapis cezası yerine 18 yıl
9 ay hapisle cezalandırılmasına,”
Mahkemenin
gerekçeli kararında da mahkeme kararındaki içerikle aynıdır ve şunlar yazılıdır:
“...sanığın dosya
kapsamında işlendiği kabul edilen eylemlere doğrudan katıldığı yönünde tam bir
kanaat hasıl olmamıştır. Bu nedenle sanığın eyleminin silahlı örgütün amir ve
kumandaya haiz yönetici konumunda olduğu kabul edilerek dosya kapsamında
işlenen eylemlerle doğrudan bağlantısı ve iştiraki tespit edilemediği
anlaşıldığından sanığın eyleminin 765 sayılı TCK’nın 168/1. Maddesi kapsamında
kaldığı...”
Mahkeme
kararında ve gerekçeli kararda açıkça görüldüğü gibi benimle ilgili hiçbir
kanıt yoktur, kanaate dayanarak ceza verilmiştir. Kanıt yok ama kanaat var!
Özel Yetkili Mahkeme’nin kararının hukuki değil siyasi bir karar olduğu
herkesin kavrayabileceği kadar açıktır. Özel Yetkili Mahkemelerdeki hukuksuzluğun
tipik örneklerinden birisidir bu karar.
Hrant
Dink cinayetiyle ilgili olarak, İstanbul 14. Özel Yetkili Mahkemesi, 18 Ocak
2012 tarihinde, “delil yetersizliğinden”, yani var olan deliller yetersiz
görüldüğünden sanıklar hakkında “terör örgütüne üyelik” suçlamasından beraat
kararı vermişti. Benim davamda hiçbir hukuki delil yokken, kanaatten 18 yıl 9
ay hapis hükmü veriliyor, Hrant Dink
cinayeti davasında ise “delil yetersizliği”nden beraat kararı veriliyor!
Buyurun size Özel Yetkili Mahkemeler hukuku!
Özel
yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin polis
yönlendirmesindeki işleyişini derinleştirmiş, pervasız hale getirmiştir. Hükmün
açıklandığı duruşmadan sonra, “bu karar
çok tartışılacak” demiştim, nitekim tartışılıyor. Çok sayıda gazete, dergi ve
TV’de karar tartışma konusu oldu. Star
gazetesindeki köşe yazısında Osman Can, Bugün gazetesindeki köşe yazısında
Prof. Dr. Doğu Ergil, Hürriyet gazetesindeki köşe yazısında Ferai Tınç, T24 internet
sitesindeki köşe yazısında Aydın Engin konuyu tartışmaya açtılar. Cumhuriyet
gazetesinde birinci sayfanın 2. Manşet konusu oldu. Mahkeme kararıyla ilgili
olarak Radikal gazetesinin benden istediği yazı gazetede yayımlandı. NTV’de
Ruşen Çakır’ın Yazı İşleri programına davet edildiğimde konuyu tartıştık.
Katıldığım İMC TV’deki Ertuğrul Mavioğlu’nun basın özgürlüğü programında ve
yine İMC TV’de Nazım Alpman’ın programında konu tartışıldı. Çeşitli gazete ve
dergiler benimle röportaj yaptı ve yayımlandı. İnsan Hakları Derneği, Ayşenur
Zarakolu Düşünce Özgürlüğü Ödülünü verdi. 9 Haziran 2011’de İsveç
parlamentosuna Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda konuşmacı olarak
davet edilmiştim, gittim ve konuşmamı yaptım. Ayrıca Ankara Düşünce Özgürlüğü
Girişimi öncülüğünde 42 aydının çağrısıyla başlatılan imza kampanyasına 800
kişi imzaladı. 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü kapsamında Almanya’da Rosa Luxemburg
Vakfı, Kızıl Yardım (Rote Hilfe) ve Almanya Göçmen İşçiler Federasyonu (AGİF)
tarafından düzenlenen “Türkiye’de Basın Özgürlüğü” konulu panellerde konuşma
yapmak için davet edilmiştim. Almanya’nın 10 kentinde düzenlenen panellerde
yaptığım konuşmalarda bu konu da tartışıldı.
Mahkeme
kararına hemen itiraz ettik. Dosya Yargıtay aşamasındadır. Yargıtay 9. Ceza
Mahkemesi’ndeki duruşma 12 Eylül 2012 tarihinde yapılacak. Mahkemenin 18 yıl 9
aylık hükmüne rağmen tutuklama kararı vermediğini de belirtmeliyim. Normal
ölçüler içinde, Yargıtay’da mahkeme hükmünün beraat istemi temelinde esastan
bozulacağı, hukukçular başta olmak üzere, geniş bir kesimin beklentisidir. Ama
Terörle Mücadele Yasası (TMY) ve özel yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri düzeninde
ne olacağını kim bilebilir! Polis komplosunun ve onun bir tamamlayıcısı olan
özel yetkili İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi kararının Yargıtay’da lehime
bozulacağı umudumu koruyorum.
Aldığım
18 yıl 9 aylık hapis cezasının, benim şahsımda düşünce ve ifade özgürlüğüne,
basın özgürlüğüne, halkın haber alma hakkına, o dönemde çalıştığım Atılım
gazetesine, Şubat 2004’ten bu yana sözcülüğünü yaptığım Tutuklu Gazetecilerle
Dayanışma Platformu’na yöneltilmiş bir göz dağı ve saldırının bir ifadesi
olduğu yeterince açıktır.
Bitirmeden
önce, başta Atılım gazetesi eski yazı işleri müdürü Hatice Duman olmak üzere,
dava dosyası kapsamında kanıtsız olarak ağır hapis hükümlerine çarptırılan ve
tutuklulukları 9. yıla ulaşan sanıklara da dikkat çekmek istiyorum. Toplumla
mücadele yasası adını milyonlarca kez hak etmiş olan TMY iptal edilmediği ve
TMY’ye bağlanmış, özel yetkilerle donatılmış Ağır Ceza Mahkemeleri kaldırılmadığı
koşullarda, bu adaletsizlik çarkı tam gaz dönmeye devam edecektir...
İLETİŞİM: Necati ABAY-TGDP Sözcüsü,
GSM: 0535 929 75 86,
E-posta: necatiabay@gmail.com,
Twitter:https://twitter.com/necatiabay
Facebook: http://facebook.com/necati.abay
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder