31 Ağustos 2012 Cuma

Necati ABAY’ın Davası Ankara Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nde 12 Eylül 2012 Tarihinde Görülecek...


Necati ABAY’ın Davası Ankara Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nde 12 Eylül 2012 Tarihinde Görülecek...

Platformumuz Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu’nun (TGDP) Sözcüsü Necati Abay, dokuz yıldır tutuksuz yargılanan bir gazetecidir. 4 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından “kanıt yok ama kanaatten” 18 yıl 9 ay ceza verilmişti. Bu dava tam bir hukuki garabet davasıdır. Artık bu dava Yargıtay’ın gündemindedir ve 12 Eylül 2012 tarihinde Ankara Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nde duruşma yapılacaktır.

Aşağıda Platformumuzun sözcüsü gazeteci Necati Abay’ın kaleme aldığı 9 yıllık hukuki garabetin, polis komplosunun ibretlik öyküsünü, aynı zamanda İstanbul Emniyet Müdür yardımcılığına atanan Sedat Selim Ay’ı işkence davasında mahkum ettiren 15 kişiden birisi olarak yaptığı açıklamayı basının ve kamuoyunun bilgisine ve ilgisine sunuyoruz...

Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu (TGDP)
1 Eylül 2012
...............................................

Necati ABAY
Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu (TGDP) Sözcüsü
1 Eylül 2012

Dokuz yıldır tutuksuz yargılanan bir gazeteciyim...
Dokuz yıldır adalet arıyorum...
Sedat Selim Ay benim de işkencecimdi... Onu mahkum ettiren 15 kişi arasında ben de vardım...

Dokuz yıldır tutuksuz yargılanan düzen muhalifi sosyalist bir gazeteciyim. Dokuz yıldır adalet arıyorum. Bu dava tam bir hukuki garabet davasıdır. Tam bir polis komplosu davasıdır. Polis teşkilatıyla aramda husumet de bulunuyordu. 12 Eylül darbesi döneminde Bayram Kartal’ın da aralarında bulunduğu işkenceci polislerin ağır işkenceli sorgularından geçtim. O dönemde Bayram Kartal hakkında savcılığı suç duyurusunda bulunmuştum. Ama savcılık “soruşturmaya gerek olmadığı” kararını vermişti. 21 Şubat 1997 yılında gözaltına alındığımda da ağır işkenceli sorgulardan geçirildim. Aynı operasyonda gözaltına alınan İşçinin Yolu dergisi yazı işleri müdürü gazeteci Asiye Güzel Zeybek tecavüz işkencesine maruz kalmıştı. Aynı operasyonda ağır işkencelerden geçirilenler arasında bulunan Süleyman Yeter ise 2 yıl sonra (Limter-İş sendikası eğitim uzmanı ve Dayanışma gazetesinin editörüydü) 7 Mart 1999’da Sedat Selim Ay’ın TİM şefi olarak başında olduğu işkenceci polisler tarafından öldürülmüştü. Diğer işkence mağdurları gibi ben de işkence gördüğüme dair rapor almıştım. Filistin askısı olarak adlandırılan ters ve düz askı, askıdayken elektrik verme, cinsel organımdan elektrik verme, hayalarımı sıkma gibi çeşitli işkencelere maruz kalmıştım. Bu işkencelerin sonucunda şu anda iki kolumu da kullanmada ciddi sorunlar yaşıyorum. Geçtiğimiz haftalarda İstanbul Emniyet Müdür yardımcılığı ve Terörle Mücadele Şubesi (TMŞ) müdürlüğüne atanan Sedat Selim Ay’ın (TİM şefi yardımcısı) ve TİM şefi Bayram Kartal’ın başında bulunduğu işkenceci polisler aleyhine dava açan 15 kişiden birisi de bendim. İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Sedat Selim Ay, Bayram Kartal ve Yusuf Öz’ü 11 ay 20’şer gün hapis cezası vermişti. Dava Yargıtay’da işkenceci polislere az ceza verildiği gerekçesiyle bozulmuştu. Ama klasikleşmiş devlet politikası olarak işkencecileri koruma uygulaması nedeniyle bu dava zaman aşımına uğratıldı. Bu kez AİHM’e başvurduk ve AİHM Türkiye’yi işkence davasının titizlikle takip edilmediği gerekçesiyle tazminat davasına çarptırdı. Ben ise bu davada 8 ay tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldım, yargılanmanın sonunda da beraat ettim. İşkenceci polisler mahkum olurken benim beraat etmem, işkencecileri çileden çıkarmıştı. Düzen muhalifi bir gazeteci olarak “başıma çorap örüleceği” kaygısını hep yaşadım. Nitekim bu kaygım 9 yıllık hukuki garabet sürecinin başlangıcında gerçekliğe dönüştü.

9 Yıllık hukuki garabet öyküme gelince...

Mart 2011’de Ahmet Şık ve Nedim Şener’e yapılan komplonun çok daha ağırı 9 yıl önce bana uygulandı. 2003 yılında Atılım gazetesinde yazar-editör olarak çalışıyordum. Komplo kurulmadan 2 ay önce 4 Şubat 2003’te çalışma arkadaşlarımla birlikte gazeteden gözaltına alınmış ve serbest bırakılmıştım. Gözaltındayken bir polis şefi beni “Atılım gazetesinde bombalama eylemlerinin haberini yaparsanız başınız beladan kurtulmaz. Seni her an tutuklatabiliriz. Ne zaman tutuklatacağımıza biz karar vereceğiz” şeklinde tehdit etmişti. Bu aynı zamanda otosansür dayatmasıydı. Ben de, “basın özgürlüğünü savunduğumuzu, haber değeri taşıyan her haberi diğer medya organları gibi yayımlayacağımızı” söylemiştim. Nitekim 2 ay sonra 13 Nisan 2003 tarihinde evimden bilgisayarımla birlikte gözaltına alındım. Evimdeki aramada hiçbir “suç unsuru”na rastlanmadı. Vatan caddesindeki Terörle Mücadele Şubesi’ne götürüldüğümde, gazetemde bombalama eylemlerinin haberi yapıldığı için, emniyetteki otosansür dayatmasına karşı çıktığım için  “İstanbul’daki bombalama eylemlerinin koordinatörü olmak”la suçlandım. Suçlamaları reddettim. Bunun 3. sınıf bir komplo olduğunu söyledim.

4 günlük gözaltından sonra 17 Nisan 2003’te savcılığa çıkarıldım. Savcılık tutuklanma istemiyle sorgu hakimliğine sevk etti. Sorgu hakimi “bombalama eylemlerinin koordinatörü” suçlamasını ciddiye almamış olacak ki beni serbest bıraktı. O zaman, “oh be, komplo 4 günde açığa çıktı” diye sevinmiştim. Ama yanılmışım. Birkaç saat sonra savcılığın yaptığı itiraz üzerine tutuklanıp Tekirdağ F Tipi Cezaevi’ne konuldum. Uzun süre hem ben hem avukatım dava dosyasına ulaşamadık, çünkü dosyaya gizlilik kararı konulmuştu.

24.07.2003 tarihinde iddianame hazırlandı. İddianameden “yasadışı örgüt” temasıyla tutuklandığım anlaşılıyordu. Bu klasik bir devlet politikasıydı. Hedefe konulan gazetecilerin, yazarların, aydınların “illegal örgüt üyeliği veya yöneticiliği” iddiasıyla gözaltına alınmasının, ağır cezalara mahkum edilmesinin sayısız örneği vardı. Nazım Hikmet, Hikmet Kıvılcımlı ve Kemal Tahir’in 1938’de “ordu içinde örgüt kurma” iddiasıyla uzun yıllar hapishanelerde tutuldukları veya 12 Mart döneminde Emil Galip Sandalcı, Erdal Öz ve Altan Öymen’in uçak kaçırmak iddiasıyla tutuklandıkları biliniyor. 12 Eylül darbesinden sonra ise böylesi örnekler sayfalara sığmayacak kadar çoktur. Bir yıllık tutukluluğun ardın serbest bırakılan Ahmet Şık ve Nedim Şener’in “Ergenekon terör örgütü üyesi” oldukları iddiasıyla yargılanmaları sürüyor. Ben de MLKP’nin bombalama eylemleri yapan 3 hücresinden sorumlu ilan edilmiştim. 4 Şubat 2003’te gözaltında yapılan “bombalama eylemlerinin haberini yaparsanız seni tutuklatırız” tehdidi açık bir komployla gerçekliğe dönüşmüştü.

Komplo, hayatımda hiç görmediğim, tanımadığım gözaltına alınan bir insana, benim adımın geçtiği, polis tarafından hazırlanmış bir “ifade metni”nin rızası dışında imzalatılmasıyla oluşturulmuştu. Fakat “küçük” bir kusuru vardı komplocuların, bu iddialarını doğrulayacak herhangi bir maddi kanıt gösteremiyorlardı. Ayrıca, söz konusu ifadeyi polis zoruyla imzalayan  söz konusu insan, savcılığa yazdığı dilekçede ve mahkeme süreçlerinde “Necati Abay’ı tanımadığını, tanımadığı kişi hakkında beyanlarda bulunmasının olanaksız olduğunu, ifade tutanağını polisin zorla, işkence altındayken imzalattığını” belirtmiştir. DGM’ye gönderdiği 17 Nisan 2003 tarihli dilekçesinde de, “gözaltında bana ilaç verip ifade imzalattılar” demiştir. Açıkça anlaşılacağı gibi, polis, 6 ay tutuklu kalmama ve 8 yıl sonra da, 18 yıl 9 ay hapis hükmüne mahkum edilmeme gerekçe gösterilen “ifade tutanağı”nı, gözaltındaki bir insana  okutmadan ve iradesi dışında imzalatmak yoluyla imal etmişti.

İddianame de, polisin düzenlediği, fakat en küçük bir maddi delille destekleyemediği bu düzmece “ifade tutanağı”na dayanıyordu. 21 sayfalık iddianamenin 19. sayfasındaki benimle ilgili kısım sadece şundan ibarettir.

“4- NECATİ ABAY:
İstanbul’da MLKP örgütünün üç hücre evinin bulunduğu... bu 3 hücre evlerinin sorumlusunun sanık Necati Abay olduğu, hücreler arasındaki irtibatı sağladığı ve yasadışı silahlı MLKP terör örgütü içerisinde gizliliğini sağlamak maksadıyla Emre kod adını kullandığı, bu suretle sanık Necati Abay’ın yasadışı silahlı MLKP terör örgütü adına Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısmını bozma ve değiştirme veya kaldırmaya cebren teşebbüs etmek suçunu işlediği...”

Peki bu iddiaları kanıtlayacak dayanak nedir? Bu “3 hücre evi” neredeymiş? Necati Abay’ın bunlarla ilişkisini gösteren ne varmış? Bu “hücre evleri”nde barınan insanlarla Necati Abay nasıl ilişki kuruyormuş? “Hücreler arası irtibatı” nasıl ve kimler aracılığıyla sağlıyormuş? Polisin 24 saat izlediği, dinlediği bir sosyalist gazetede çalıştığı, polisin bildiği, izlediği, dinlediği sabit bir ikemetgahta oturduğu halde, nasıl olmuş da polis, Necati Abay’ın “hücreler arası irtibat”ına dair tek bir maddi kanıt elde edememiş! Keyfilik ve kendi hukukunu çiğnemede sınır tanımazlığın bir örneğidir bu dava.

Tutuklanmamdan yaklaşık 6 ay sonra, 3 Ekim 2003 tarihinde 4 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde ilk duruşmam görüldü. Savunmamı yaptım ve mahkeme beni tutuksuz yargılanmak üzere serbest bıraktı. Sorgu hakimliğinde serbest bırakıldığımda sevindiğim gibi ilk duruşmamdaki tahliyeme de sevinmiştim. “Oh be, 6 ay sonra da olsa komplo açığa çıktı” diye düşünmüştüm. Mahkeme heyeti ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle yargılanmama rağmen “bombalama eylemlerinin koordinatörü” olduğum iddiasını anlaşılan ciddiye almamıştı. Ama yanılmışım...

Mahkeme 8 yıl sürdü. Bu arada belirteyim, düzen muhalifi gazetecilere, başta Basın Konseyi ve  Türkiye Gazeteciler Cemiyeti olmak üzere, basın meslek örgütleri sahip çıkmadığından, tahliye olduktan hemen sonra, Şubat 2004’te Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu’nu kurduk. O tarihten bu yana TGDP’nin sözcülüğünü yapmaktayım.

8 yıllık mahkeme süreci boyunca aleyhime hiçbir delil bulunamadı. Çünkü asılsız iddiayla suçlanıyordum ve olmayan delil bulunamazdı. 8 yıl sonra 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 4 Mayıs 2011 tarihli karar duruşmasında hakkımda18 yıl 9 ay hapis hükmü verildi. Beraatten adeta eminken böyle bir kararla karşılaşmak doğaldır ki, beni, avukatım Gülizar Tuncer ve davayı izleyen insanları çok şaşırttı.

Tek cümlelik mahkeme kararında benimle ilgili şunlar yazılı:

“Sanık Necati Abay’ın yasadışı MLKP örgütünün emir ve kumandaya haiz üyesi olduğu konusunda tam bir kanaat oluşmuş ise de; dosya kapsamında işlenen eylemlerle doğrudan bağlantısı ve iştiraki tespit edilemediği anlaşıldığından sanığın eyleminin 765 sayılı TCK’nın 168/1. Maddesi kapsamında kaldığı... müebbet hapis cezası yerine 18 yıl 9 ay hapisle cezalandırılmasına,”

Mahkemenin gerekçeli kararında da mahkeme kararındaki içerikle aynıdır ve  şunlar yazılıdır:

“...sanığın dosya kapsamında işlendiği kabul edilen eylemlere doğrudan katıldığı yönünde tam bir kanaat hasıl olmamıştır. Bu nedenle sanığın eyleminin silahlı örgütün amir ve kumandaya haiz yönetici konumunda olduğu kabul edilerek dosya kapsamında işlenen eylemlerle doğrudan bağlantısı ve iştiraki tespit edilemediği anlaşıldığından sanığın eyleminin 765 sayılı TCK’nın 168/1. Maddesi kapsamında kaldığı...”

Mahkeme kararında ve gerekçeli kararda açıkça görüldüğü gibi benimle ilgili hiçbir kanıt yoktur, kanaate dayanarak ceza verilmiştir. Kanıt yok ama kanaat var! Özel Yetkili Mahkeme’nin kararının hukuki değil siyasi bir karar olduğu herkesin kavrayabileceği kadar açıktır. Özel Yetkili Mahkemelerdeki hukuksuzluğun tipik örneklerinden birisidir bu karar.

Hrant Dink cinayetiyle ilgili olarak, İstanbul 14. Özel Yetkili Mahkemesi, 18 Ocak 2012 tarihinde, “delil yetersizliğinden”, yani var olan deliller yetersiz görüldüğünden sanıklar hakkında “terör örgütüne üyelik” suçlamasından beraat kararı vermişti. Benim davamda hiçbir hukuki delil yokken, kanaatten 18 yıl 9 ay hapis hükmü  veriliyor, Hrant Dink cinayeti davasında ise “delil yetersizliği”nden beraat kararı veriliyor! Buyurun size Özel Yetkili Mahkemeler hukuku!

Özel yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin polis yönlendirmesindeki işleyişini derinleştirmiş, pervasız hale getirmiştir. Hükmün açıklandığı  duruşmadan sonra, “bu karar çok tartışılacak” demiştim, nitekim tartışılıyor. Çok sayıda gazete, dergi ve TV’de karar tartışma konusu oldu.  Star gazetesindeki köşe yazısında Osman Can, Bugün gazetesindeki köşe yazısında Prof. Dr. Doğu Ergil, Hürriyet gazetesindeki köşe yazısında Ferai Tınç, T24 internet sitesindeki köşe yazısında Aydın Engin konuyu tartışmaya açtılar. Cumhuriyet gazetesinde birinci sayfanın 2. Manşet konusu oldu. Mahkeme kararıyla ilgili olarak Radikal gazetesinin benden istediği yazı gazetede yayımlandı. NTV’de Ruşen Çakır’ın Yazı İşleri programına davet edildiğimde konuyu tartıştık. Katıldığım İMC TV’deki Ertuğrul Mavioğlu’nun basın özgürlüğü programında ve yine İMC TV’de Nazım Alpman’ın programında konu tartışıldı. Çeşitli gazete ve dergiler benimle röportaj yaptı ve yayımlandı. İnsan Hakları Derneği, Ayşenur Zarakolu Düşünce Özgürlüğü Ödülünü verdi. 9 Haziran 2011’de İsveç parlamentosuna Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda konuşmacı olarak davet edilmiştim, gittim ve konuşmamı yaptım. Ayrıca Ankara Düşünce Özgürlüğü Girişimi öncülüğünde 42 aydının çağrısıyla başlatılan imza kampanyasına 800 kişi imzaladı. 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü kapsamında Almanya’da Rosa Luxemburg Vakfı, Kızıl Yardım (Rote Hilfe) ve Almanya Göçmen İşçiler Federasyonu (AGİF) tarafından düzenlenen “Türkiye’de Basın Özgürlüğü” konulu panellerde konuşma yapmak için davet edilmiştim. Almanya’nın 10 kentinde düzenlenen panellerde yaptığım konuşmalarda bu konu da tartışıldı.

Mahkeme kararına hemen itiraz ettik. Dosya Yargıtay aşamasındadır. Yargıtay 9. Ceza Mahkemesi’ndeki duruşma 12 Eylül 2012 tarihinde yapılacak. Mahkemenin 18 yıl 9 aylık hükmüne rağmen tutuklama kararı vermediğini de belirtmeliyim. Normal ölçüler içinde, Yargıtay’da mahkeme hükmünün beraat istemi temelinde esastan bozulacağı, hukukçular başta olmak üzere, geniş bir kesimin beklentisidir. Ama Terörle Mücadele Yasası (TMY) ve özel yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri düzeninde ne olacağını kim bilebilir! Polis komplosunun ve onun bir tamamlayıcısı olan özel yetkili İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi kararının Yargıtay’da lehime bozulacağı umudumu koruyorum.

Aldığım 18 yıl 9 aylık hapis cezasının, benim şahsımda düşünce ve ifade özgürlüğüne, basın özgürlüğüne, halkın haber alma hakkına, o dönemde çalıştığım Atılım gazetesine, Şubat 2004’ten bu yana sözcülüğünü yaptığım Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu’na yöneltilmiş bir göz dağı ve saldırının bir ifadesi olduğu yeterince açıktır.

Bitirmeden önce, başta Atılım gazetesi eski yazı işleri müdürü Hatice Duman olmak üzere, dava dosyası kapsamında kanıtsız olarak ağır hapis hükümlerine çarptırılan ve tutuklulukları 9. yıla ulaşan sanıklara da dikkat çekmek istiyorum. Toplumla mücadele yasası adını milyonlarca kez hak etmiş olan TMY iptal edilmediği ve TMY’ye bağlanmış, özel yetkilerle donatılmış Ağır Ceza Mahkemeleri kaldırılmadığı koşullarda, bu adaletsizlik çarkı tam gaz dönmeye devam edecektir...


İLETİŞİM: Necati ABAY-TGDP Sözcüsü,  GSM: 0535 929 75 86,
Twitter:https://twitter.com/necatiabay

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder