25 Kasım 2012 Pazar

I HAVE BEEN REDUCED TO SILENCE IN TURKEY! I AM A JOURNALİST IN EXILE FROM NOW ON...


TO THE PRESS AND PUBLIC OPINION


I HAVE BEEN REDUCED TO SILENCE IN TURKEY!

I AM A JOURNALİST IN EXILE FROM NOW ON...

Necati ABAY
Representative of the Platform for Solidarity with Arrested Journalists (TGDP) in Exile

November 25, 2012



I have been reduced to silence in Turkey and now, I am a journalist in exile.

I will try to maintain my journalism activity, press freedom, freedom of thought and expression struggle at exile conditions as a representative of the Platform for Solidarity with Arrested Journalists (TGDP) spokesmanship of which I have been carrying out since its foundation in February 2004.

You may be one of thousands of witnesses of the struggle that I carry on in the fields of press freedom, freedom of thought and expression, freedom of speaking, protest and organization in Turkey.

I have been in prison for three times as “a hardened criminal of thought” . I stayed at Metris military prison in the period of fascist coup dated September 12, 1980.  I stayed at Gebze Prison in the period of postmodern coup of 1997 and at Tekirdağ F Type Prison in 2003 due to the conspiracy suit that still continues.

I have been forced to make asylum application to Germany by the AKP government at this stage.

I was in Europe due to panels with subject of “press freedom in Turkey”.  I had completed my panels in Germany, Sweden and France. I cancelled my panels in Belgium and the Netherlands and gave up with returning to Turkey when the Supreme Court of Appeal declared its decision on October 15, 2012. I had to make asylum application to Germany.

The state showed the way of either F type prison or the exile. I have been reduced to silence in Turkey.

İstanbul 12th High Criminal Court sentenced me to imprisonment for 18 years and 9 months with the claim of being the organization director with its decree dated May 4, 2011. My attorney Gülizar Tuncer and me thought that the Supreme Court of Appeal would reverse the judgment of sentence with request of exculpation because I was sentenced due to “opinion but no evidence” as stated in the court decree. In fact, a non-existing proof could not be found. The decree of the court was not a legal decree but a political decision. In spite of that,  9th Penal Chamber of the Supreme Court of Appeal  reversed the judgment in favor of me seemingly since it considered the penalty for 18 years and 9 months much with the decree declared on the date of October 15, 2012 (justified decision has not been declared yet) but it clinched the lawlessness and gave a decree against me by stating that I had to be punished between 10-15 years for organization membership.

The summary of the state’s debate is as follows for me: Shall we punish Necati Abay with 18 years and 9 months or shall we give a punishment between 10-15 years!

My search for the justice for 9 years has been ended with exile in that way.


There are some reasons for which they want to punish me with penal servitude.
I conspiracy was organized before 9 years since I was working as editor and author at Atılım, the newspaper. Atılım is punished once more at me in that way. I was arrested before 9 years when I was working at Atılım and I was released by the court pending my trial. After that, we established the Platform for Solidarity with Arrested Journalists (TGDP) in February 2004 with a group of opponent journalists. I have conducted spokesmanship of TGDP starting from its foundation. TGDP, spokesmanship of which I have been carrying on, has a special role in declaring the fact of arrested journalists, the fact that Turkey is the number one in the world in terms of the number of arrested journalists, the severe problems in fields of press freedom, freedom of thought and expression to the public opinion of the world and Turkey and creation of public opinion. I consider critics bombing of the Prime Minister Erdoğan about TGDP, spokesmanship of which I have been carrying on by giving its name on TV on the date of March 7, 2012 as a reason of the fact that they want to punish me and imposition of exile to me.

Moreover, I was one the persons who made the torturer police chief Sedat Selim Ay who was brought to the post of İstanbul Vice Chief of Police and İstanbul Anti-Terror Branch of in torture lawsuit. In addition, we had applied to European Human Rights Court (EHRC) about the state of Republic of Turkey because of dropping lawsuits of torturers due to prescription and executing torture investigation deficiently as intentional. EHRC sentenced Turkey on the date of April 6, 2010. I was one of the persons who had Turkey sentenced in this lawsuit. One of the reasons that they want to punish me insistently and imposition of exile is these torture suits and That I had torturers sentenced.

Last of all, I should state that I was member of Organization of Journalists without Borders (RSF) on the date of October 19, 2012 when I went to Paris for panels.

I greet all of you with respect and love...

NOTE: You can record my phone number in Germany (0049) 152 13 78 74 41



CONTACT: Necati ABAY, Germany Phone GSM: (0049) 152 13 78 74 41
E-mail: necatiabay@gmail.com,
Blog:
http://tutuklugazeteciler.blogspot.com,
Twitter:
https://twitter.com/necatiabay
Facebook:
http://facebook.com/necati.abay

TÜRKİYE’DE SUSTURULDUM! ARTIK SÜRGÜNDEKİ BİR GAZETECİYİM...


Basına ve Kamuoyuna



TÜRKİYE’DE SUSTURULDUM!

ARTIK SÜRGÜNDEKİ BİR GAZETECİYİM...

Necati ABAY
Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu (TGDP)’nin
Sürgündeki Temsilcisi

25 Kasım 2012


Türkiye’de susturuldum ve artık sürgündeki bir gazeteciyim.

Şubat 2004’te kurulduğu tarihten bu yana sözcülüğünü yaptığım Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu (TGDP)’nin sürgündeki temsilcisi olarak gazetecilik faaliyetimi, basın özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü mücadelemi sürgün koşullarında sürdürmeye çalışacağım.

Türkiye’de basın özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü, söz, gösteri ve örgütlenme özgürlüğü alanında sürdürdüğüm mücadelenin binlerce tanıklarından birisi belki de sizsinizdir.

“Kaşarlanmış bir düşünce suçlusu” olarak üç kez cezaevine girdim. 12 Eylül 1980 faşist darbesi döneminde Metris askeri cezaevinde kaldım. 1997 postmodern darbe döneminde Gebze Cezaevinde, 2003 yılında da sürmekte olan komplo davası nedeniyle Tekirdağ F Tipi Cezaevinde kaldım.

Gelinen aşamada AKP iktidarınca Almanya’ya iltica başvurusu yapmak zorunda bırakıldım.

“Türkiye’de basın özgürlüğü” konulu paneller nedeniyle Avrupa’da bulunuyordum. Almanya, İsviçre ve Fransa’daki panellerimi yapmıştım. Yargıtay 15 Ekim 2012’de kararını açıklayınca  Belçika ve Hollanda panellerimi iptal ettim ve Türkiye’ye dönmekten vazgeçtim. Almanya’ya iltica başvurusunda bulunmak zorunda kaldım.

Devlet beni ya F tipi cezaevinin ya da sürgünün yolunu gösterdi. Türkiye’de artık susturulmuş oldum.

İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi 4 Mayıs 2011 tarihli kararıyla örgüt yöneticisi olduğum iddiasıyla 18 yıl 9 ay hapis cezası vermişti. Avukatım Gülizar Tuncer ve ben Yargıtay’ın beraat istemiyle mahkumiyet kararını bozacağı düşüncesindeydik. Çünkü mahkeme kararında da belirtildiği gibi bana  “kanıt yok ama kanaatten” ceza verilmişti. Olmayan bir kanıt zaten bulunamazdı. Mahkemenin kararı hukuki değil siyasi bir karardı. Buna karşın Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 15 Ekim 2012 tarihinde açıkladığı kararla (henüz gerekçeli karar açıklanmadı) görünürde 18 yıl 9 aylık cezayı fazla bularak lehime bozdu ama örgüt üyeliğinden 10 yıl ile 15 yıl arasında cezalandırılmam gerektiğini belirterek esasen hukuksuzluğu perçinlemiş ve aleyhime bir karar vermiş oldu

Benim için devletin yaptığı tartışmanın özeti şu: Necati Abay’ı 18 yıl 9 ayla mı cezalandıralım yoksa 10 yıl ile 15 yıl arasında bir ceza mı verelim!

9 yıllık adalet arayışım böylelikle sürgünle sonlandı.

Ağır hapis cezasıyla cezalandırılmak istenmemin birkaç sebebi var.
9 yıl önce Atılım gazetesinde editör ve yazar olarak çalışıyor olmam nedeniyle komplo kurulmuştu. Benim nezdimde böylece Atılım gazetesi de bir kez daha cezalandırılmış oluyor. Atılım gazetesinde 9 yıl önce çalışırken tutuklandıktan sonra mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığımda bir grup muhalif gazeteciyle birlikte Şubat 2004’te Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu (TGDP)’yi kurmuştuk. Kurulduğu tarihten bu yana TGDP’nin sözcülüğünü yürüttüm. Tutuklu gazeteciler gerçeğinin, tutuklu gazeteci sayısı bakımından Türkiye’nin dünya birincisi olduğu gerçeğinin, basın özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü alanındaki çok ağır sorunların Türkiye ve dünya kamuoyuna duyurulmasında, kamuoyu oluşturulmasında sözcülüğünü yaptığım TGDP’nin özel bir rolü vardı. Başbakan Erdoğan’ın 7 Mart 2012 tarihinde TV’lerde isim vererek sözcülüğünü yaptığım TGDP’yi eleştiri bombardımanına tutması da cezalandırılmak istenmemin, sürgün dayatmasının nedenlerinden birisi olarak görüyorum.

Dahası İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığına ve İstanbul Terörle Mücadelenin başına getirilen işkenceci polis şefi Sedat Selim Ay’ı işkence davasında mahkum ettirenlerden birisi de bendim. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti devletini işkencecilerin zaman aşımına uğratılması ve işkence soruşturmasının kasıtlı olarak eksik yürütülmesi nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’e başvuruda bulunmuştuk. AİHM 6 Nisan 2010 tarihinde Türkiye’yi mahkum etmişti. Türkiye’yi bu davada mahkum ettirenlerden birisi de bendim. Israrla cezalandırılmak istenmemin, sürgün dayatmasının nedenlerinden birisi olarak bu işkence davaları ve işkencecileri mahkum ettirmemdir.

Son olarak, paneller için Paris’e gittiğimde 19 Ekim 2012 tarihinde Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF)’nin de üyesi olduğumu belirtmeliyim.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum...

NOT: Almanya telefonumu kaydedebilirsiniz (0049) 152 13 78 74 41




İLETİŞİM: Necati ABAY,  Almanya Telefonum GSM: (0049) 152 13 78 74 41
Twitter:https://twitter.com/necatiabay

16 Ekim 2012 Salı

Gazeteciler Hatice Duman ve TGDP sözcüsü Necati Abay hakkında Yargıtay kararını açıkladı...


TUTUKLU GAZETECİLERLE DAYANIŞMA PLATFORMU’NDAN

BASINA VE KAMUOYUNA


Atılım Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Hatice DUMAN ve Platformumuz TGDP’nin Sözcüsü Necati ABAY Hakkında Yargıtay Kararını Açıkladı...

Yargıtay’ın Kararı Basın Özgürlüğüne Vurulmuş Ağır Bir Darbedir...

Yargıtay 9. Ceza Dairesi, henüz imzalanmamış kararıyla İstanbul özel yetkili 12. Ağır Ceza Mahkemesince 9 yıldır tutuklu yargılanan Atılım gazetesi yazı işleri müdürü Hatice Duman’a verdiği müebbet hapis cezasını onadı. Böylece Yargıtay ilk kez bir gazeteciye verilen müebbet hapis cezasını onaylamış oldu.

Gazeteci Hatice Duman hakkında verilen bu karar, basın özgürlüğüne, düşünce ve ifade özgürlüğüne vurulmuş ağır bir darbedir. Polis komplosunun hukukileştirilmesidir.

9 yıldır tutuksuz yargılanan Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu’nun (TGDP) Sözcüsü Necati Abay hakkında ise İstanbul özel yetkili 12. Ağır Ceza Mahkemesince “kanıt yok ama kanaatten” örgüt yönetici olduğu gerekçesiyle verilen 18 yıl 9 aylık hapis cezasını bozdu. Ancak bozma gerekçesi esasen Abay’ın lehine değildir. Yargıtay, Necati Abay’ın “örgüt yöneticiliğinden” değil, “örgüt üyeliğinden” cezalandırılması gerektiğini açıkladı. Abay’a 2003 yılında Atılım gazetesinde editör olarak çalışırken uygulanan polis komplosu, Yargıtay kararıyla bir biçimde tescillenmiş oluyor.

AKP hükümetince İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığına ve Terörle Mücadele Şubesi müdürlüğüne atanan Sedat Selim Ay’ı işkence davasında mahkum ettirenlerden ve aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde de bu işkence davasındaki eksik soruşturma nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti devletini mahkum ettirenlerden birisi de Necati Abay’dı. Dolayısıyla işkenceciler terfi ettirilirken, işkencecileri mahkum ettirenler cezalandırılıyor. Adaletsizliğin dip noktasıdır bu.

Bu kararla devlet aynı zamanda Necati Abay’ı ya F Tipi Cezaevinin ya da sürgünün yolunu gösteriyor ve her iki durumda da susturulmak isteniyor...

Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu (TGDP) olarak Yargıtay’ın iki gazeteciyle ilgili verdiği kararın hukuki değil, siyasi bir karar olduğunu düşünüyoruz ve protesto ediyoruz. Başta basın meslek kuruluşları, insan hakları savunucuları olmak üzere basın özgürlüğünü savunan tüm kişi ve kurumları bu adaletsiz karara karşı duyarlılık göstermeye çağırıyoruz...

Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu (TGDP)
15 Ekim 2012

İLETİŞİM: Necati ABAY-TGDP Sözcüsü,  GSM: 0535 929 75 86,
Twitter:https://twitter.com/necatiabay

31 Ağustos 2012 Cuma

Necati ABAY’ın Davası Ankara Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nde 12 Eylül 2012 Tarihinde Görülecek...


Necati ABAY’ın Davası Ankara Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nde 12 Eylül 2012 Tarihinde Görülecek...

Platformumuz Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu’nun (TGDP) Sözcüsü Necati Abay, dokuz yıldır tutuksuz yargılanan bir gazetecidir. 4 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından “kanıt yok ama kanaatten” 18 yıl 9 ay ceza verilmişti. Bu dava tam bir hukuki garabet davasıdır. Artık bu dava Yargıtay’ın gündemindedir ve 12 Eylül 2012 tarihinde Ankara Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nde duruşma yapılacaktır.

Aşağıda Platformumuzun sözcüsü gazeteci Necati Abay’ın kaleme aldığı 9 yıllık hukuki garabetin, polis komplosunun ibretlik öyküsünü, aynı zamanda İstanbul Emniyet Müdür yardımcılığına atanan Sedat Selim Ay’ı işkence davasında mahkum ettiren 15 kişiden birisi olarak yaptığı açıklamayı basının ve kamuoyunun bilgisine ve ilgisine sunuyoruz...

Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu (TGDP)
1 Eylül 2012
...............................................

Necati ABAY
Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu (TGDP) Sözcüsü
1 Eylül 2012

Dokuz yıldır tutuksuz yargılanan bir gazeteciyim...
Dokuz yıldır adalet arıyorum...
Sedat Selim Ay benim de işkencecimdi... Onu mahkum ettiren 15 kişi arasında ben de vardım...

Dokuz yıldır tutuksuz yargılanan düzen muhalifi sosyalist bir gazeteciyim. Dokuz yıldır adalet arıyorum. Bu dava tam bir hukuki garabet davasıdır. Tam bir polis komplosu davasıdır. Polis teşkilatıyla aramda husumet de bulunuyordu. 12 Eylül darbesi döneminde Bayram Kartal’ın da aralarında bulunduğu işkenceci polislerin ağır işkenceli sorgularından geçtim. O dönemde Bayram Kartal hakkında savcılığı suç duyurusunda bulunmuştum. Ama savcılık “soruşturmaya gerek olmadığı” kararını vermişti. 21 Şubat 1997 yılında gözaltına alındığımda da ağır işkenceli sorgulardan geçirildim. Aynı operasyonda gözaltına alınan İşçinin Yolu dergisi yazı işleri müdürü gazeteci Asiye Güzel Zeybek tecavüz işkencesine maruz kalmıştı. Aynı operasyonda ağır işkencelerden geçirilenler arasında bulunan Süleyman Yeter ise 2 yıl sonra (Limter-İş sendikası eğitim uzmanı ve Dayanışma gazetesinin editörüydü) 7 Mart 1999’da Sedat Selim Ay’ın TİM şefi olarak başında olduğu işkenceci polisler tarafından öldürülmüştü. Diğer işkence mağdurları gibi ben de işkence gördüğüme dair rapor almıştım. Filistin askısı olarak adlandırılan ters ve düz askı, askıdayken elektrik verme, cinsel organımdan elektrik verme, hayalarımı sıkma gibi çeşitli işkencelere maruz kalmıştım. Bu işkencelerin sonucunda şu anda iki kolumu da kullanmada ciddi sorunlar yaşıyorum. Geçtiğimiz haftalarda İstanbul Emniyet Müdür yardımcılığı ve Terörle Mücadele Şubesi (TMŞ) müdürlüğüne atanan Sedat Selim Ay’ın (TİM şefi yardımcısı) ve TİM şefi Bayram Kartal’ın başında bulunduğu işkenceci polisler aleyhine dava açan 15 kişiden birisi de bendim. İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Sedat Selim Ay, Bayram Kartal ve Yusuf Öz’ü 11 ay 20’şer gün hapis cezası vermişti. Dava Yargıtay’da işkenceci polislere az ceza verildiği gerekçesiyle bozulmuştu. Ama klasikleşmiş devlet politikası olarak işkencecileri koruma uygulaması nedeniyle bu dava zaman aşımına uğratıldı. Bu kez AİHM’e başvurduk ve AİHM Türkiye’yi işkence davasının titizlikle takip edilmediği gerekçesiyle tazminat davasına çarptırdı. Ben ise bu davada 8 ay tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldım, yargılanmanın sonunda da beraat ettim. İşkenceci polisler mahkum olurken benim beraat etmem, işkencecileri çileden çıkarmıştı. Düzen muhalifi bir gazeteci olarak “başıma çorap örüleceği” kaygısını hep yaşadım. Nitekim bu kaygım 9 yıllık hukuki garabet sürecinin başlangıcında gerçekliğe dönüştü.

9 Yıllık hukuki garabet öyküme gelince...

Mart 2011’de Ahmet Şık ve Nedim Şener’e yapılan komplonun çok daha ağırı 9 yıl önce bana uygulandı. 2003 yılında Atılım gazetesinde yazar-editör olarak çalışıyordum. Komplo kurulmadan 2 ay önce 4 Şubat 2003’te çalışma arkadaşlarımla birlikte gazeteden gözaltına alınmış ve serbest bırakılmıştım. Gözaltındayken bir polis şefi beni “Atılım gazetesinde bombalama eylemlerinin haberini yaparsanız başınız beladan kurtulmaz. Seni her an tutuklatabiliriz. Ne zaman tutuklatacağımıza biz karar vereceğiz” şeklinde tehdit etmişti. Bu aynı zamanda otosansür dayatmasıydı. Ben de, “basın özgürlüğünü savunduğumuzu, haber değeri taşıyan her haberi diğer medya organları gibi yayımlayacağımızı” söylemiştim. Nitekim 2 ay sonra 13 Nisan 2003 tarihinde evimden bilgisayarımla birlikte gözaltına alındım. Evimdeki aramada hiçbir “suç unsuru”na rastlanmadı. Vatan caddesindeki Terörle Mücadele Şubesi’ne götürüldüğümde, gazetemde bombalama eylemlerinin haberi yapıldığı için, emniyetteki otosansür dayatmasına karşı çıktığım için  “İstanbul’daki bombalama eylemlerinin koordinatörü olmak”la suçlandım. Suçlamaları reddettim. Bunun 3. sınıf bir komplo olduğunu söyledim.

4 günlük gözaltından sonra 17 Nisan 2003’te savcılığa çıkarıldım. Savcılık tutuklanma istemiyle sorgu hakimliğine sevk etti. Sorgu hakimi “bombalama eylemlerinin koordinatörü” suçlamasını ciddiye almamış olacak ki beni serbest bıraktı. O zaman, “oh be, komplo 4 günde açığa çıktı” diye sevinmiştim. Ama yanılmışım. Birkaç saat sonra savcılığın yaptığı itiraz üzerine tutuklanıp Tekirdağ F Tipi Cezaevi’ne konuldum. Uzun süre hem ben hem avukatım dava dosyasına ulaşamadık, çünkü dosyaya gizlilik kararı konulmuştu.

24.07.2003 tarihinde iddianame hazırlandı. İddianameden “yasadışı örgüt” temasıyla tutuklandığım anlaşılıyordu. Bu klasik bir devlet politikasıydı. Hedefe konulan gazetecilerin, yazarların, aydınların “illegal örgüt üyeliği veya yöneticiliği” iddiasıyla gözaltına alınmasının, ağır cezalara mahkum edilmesinin sayısız örneği vardı. Nazım Hikmet, Hikmet Kıvılcımlı ve Kemal Tahir’in 1938’de “ordu içinde örgüt kurma” iddiasıyla uzun yıllar hapishanelerde tutuldukları veya 12 Mart döneminde Emil Galip Sandalcı, Erdal Öz ve Altan Öymen’in uçak kaçırmak iddiasıyla tutuklandıkları biliniyor. 12 Eylül darbesinden sonra ise böylesi örnekler sayfalara sığmayacak kadar çoktur. Bir yıllık tutukluluğun ardın serbest bırakılan Ahmet Şık ve Nedim Şener’in “Ergenekon terör örgütü üyesi” oldukları iddiasıyla yargılanmaları sürüyor. Ben de MLKP’nin bombalama eylemleri yapan 3 hücresinden sorumlu ilan edilmiştim. 4 Şubat 2003’te gözaltında yapılan “bombalama eylemlerinin haberini yaparsanız seni tutuklatırız” tehdidi açık bir komployla gerçekliğe dönüşmüştü.

Komplo, hayatımda hiç görmediğim, tanımadığım gözaltına alınan bir insana, benim adımın geçtiği, polis tarafından hazırlanmış bir “ifade metni”nin rızası dışında imzalatılmasıyla oluşturulmuştu. Fakat “küçük” bir kusuru vardı komplocuların, bu iddialarını doğrulayacak herhangi bir maddi kanıt gösteremiyorlardı. Ayrıca, söz konusu ifadeyi polis zoruyla imzalayan  söz konusu insan, savcılığa yazdığı dilekçede ve mahkeme süreçlerinde “Necati Abay’ı tanımadığını, tanımadığı kişi hakkında beyanlarda bulunmasının olanaksız olduğunu, ifade tutanağını polisin zorla, işkence altındayken imzalattığını” belirtmiştir. DGM’ye gönderdiği 17 Nisan 2003 tarihli dilekçesinde de, “gözaltında bana ilaç verip ifade imzalattılar” demiştir. Açıkça anlaşılacağı gibi, polis, 6 ay tutuklu kalmama ve 8 yıl sonra da, 18 yıl 9 ay hapis hükmüne mahkum edilmeme gerekçe gösterilen “ifade tutanağı”nı, gözaltındaki bir insana  okutmadan ve iradesi dışında imzalatmak yoluyla imal etmişti.

İddianame de, polisin düzenlediği, fakat en küçük bir maddi delille destekleyemediği bu düzmece “ifade tutanağı”na dayanıyordu. 21 sayfalık iddianamenin 19. sayfasındaki benimle ilgili kısım sadece şundan ibarettir.

“4- NECATİ ABAY:
İstanbul’da MLKP örgütünün üç hücre evinin bulunduğu... bu 3 hücre evlerinin sorumlusunun sanık Necati Abay olduğu, hücreler arasındaki irtibatı sağladığı ve yasadışı silahlı MLKP terör örgütü içerisinde gizliliğini sağlamak maksadıyla Emre kod adını kullandığı, bu suretle sanık Necati Abay’ın yasadışı silahlı MLKP terör örgütü adına Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısmını bozma ve değiştirme veya kaldırmaya cebren teşebbüs etmek suçunu işlediği...”

Peki bu iddiaları kanıtlayacak dayanak nedir? Bu “3 hücre evi” neredeymiş? Necati Abay’ın bunlarla ilişkisini gösteren ne varmış? Bu “hücre evleri”nde barınan insanlarla Necati Abay nasıl ilişki kuruyormuş? “Hücreler arası irtibatı” nasıl ve kimler aracılığıyla sağlıyormuş? Polisin 24 saat izlediği, dinlediği bir sosyalist gazetede çalıştığı, polisin bildiği, izlediği, dinlediği sabit bir ikemetgahta oturduğu halde, nasıl olmuş da polis, Necati Abay’ın “hücreler arası irtibat”ına dair tek bir maddi kanıt elde edememiş! Keyfilik ve kendi hukukunu çiğnemede sınır tanımazlığın bir örneğidir bu dava.

Tutuklanmamdan yaklaşık 6 ay sonra, 3 Ekim 2003 tarihinde 4 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde ilk duruşmam görüldü. Savunmamı yaptım ve mahkeme beni tutuksuz yargılanmak üzere serbest bıraktı. Sorgu hakimliğinde serbest bırakıldığımda sevindiğim gibi ilk duruşmamdaki tahliyeme de sevinmiştim. “Oh be, 6 ay sonra da olsa komplo açığa çıktı” diye düşünmüştüm. Mahkeme heyeti ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle yargılanmama rağmen “bombalama eylemlerinin koordinatörü” olduğum iddiasını anlaşılan ciddiye almamıştı. Ama yanılmışım...

Mahkeme 8 yıl sürdü. Bu arada belirteyim, düzen muhalifi gazetecilere, başta Basın Konseyi ve  Türkiye Gazeteciler Cemiyeti olmak üzere, basın meslek örgütleri sahip çıkmadığından, tahliye olduktan hemen sonra, Şubat 2004’te Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu’nu kurduk. O tarihten bu yana TGDP’nin sözcülüğünü yapmaktayım.

8 yıllık mahkeme süreci boyunca aleyhime hiçbir delil bulunamadı. Çünkü asılsız iddiayla suçlanıyordum ve olmayan delil bulunamazdı. 8 yıl sonra 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 4 Mayıs 2011 tarihli karar duruşmasında hakkımda18 yıl 9 ay hapis hükmü verildi. Beraatten adeta eminken böyle bir kararla karşılaşmak doğaldır ki, beni, avukatım Gülizar Tuncer ve davayı izleyen insanları çok şaşırttı.

Tek cümlelik mahkeme kararında benimle ilgili şunlar yazılı:

“Sanık Necati Abay’ın yasadışı MLKP örgütünün emir ve kumandaya haiz üyesi olduğu konusunda tam bir kanaat oluşmuş ise de; dosya kapsamında işlenen eylemlerle doğrudan bağlantısı ve iştiraki tespit edilemediği anlaşıldığından sanığın eyleminin 765 sayılı TCK’nın 168/1. Maddesi kapsamında kaldığı... müebbet hapis cezası yerine 18 yıl 9 ay hapisle cezalandırılmasına,”

Mahkemenin gerekçeli kararında da mahkeme kararındaki içerikle aynıdır ve  şunlar yazılıdır:

“...sanığın dosya kapsamında işlendiği kabul edilen eylemlere doğrudan katıldığı yönünde tam bir kanaat hasıl olmamıştır. Bu nedenle sanığın eyleminin silahlı örgütün amir ve kumandaya haiz yönetici konumunda olduğu kabul edilerek dosya kapsamında işlenen eylemlerle doğrudan bağlantısı ve iştiraki tespit edilemediği anlaşıldığından sanığın eyleminin 765 sayılı TCK’nın 168/1. Maddesi kapsamında kaldığı...”

Mahkeme kararında ve gerekçeli kararda açıkça görüldüğü gibi benimle ilgili hiçbir kanıt yoktur, kanaate dayanarak ceza verilmiştir. Kanıt yok ama kanaat var! Özel Yetkili Mahkeme’nin kararının hukuki değil siyasi bir karar olduğu herkesin kavrayabileceği kadar açıktır. Özel Yetkili Mahkemelerdeki hukuksuzluğun tipik örneklerinden birisidir bu karar.

Hrant Dink cinayetiyle ilgili olarak, İstanbul 14. Özel Yetkili Mahkemesi, 18 Ocak 2012 tarihinde, “delil yetersizliğinden”, yani var olan deliller yetersiz görüldüğünden sanıklar hakkında “terör örgütüne üyelik” suçlamasından beraat kararı vermişti. Benim davamda hiçbir hukuki delil yokken, kanaatten 18 yıl 9 ay hapis hükmü  veriliyor, Hrant Dink cinayeti davasında ise “delil yetersizliği”nden beraat kararı veriliyor! Buyurun size Özel Yetkili Mahkemeler hukuku!

Özel yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin polis yönlendirmesindeki işleyişini derinleştirmiş, pervasız hale getirmiştir. Hükmün açıklandığı  duruşmadan sonra, “bu karar çok tartışılacak” demiştim, nitekim tartışılıyor. Çok sayıda gazete, dergi ve TV’de karar tartışma konusu oldu.  Star gazetesindeki köşe yazısında Osman Can, Bugün gazetesindeki köşe yazısında Prof. Dr. Doğu Ergil, Hürriyet gazetesindeki köşe yazısında Ferai Tınç, T24 internet sitesindeki köşe yazısında Aydın Engin konuyu tartışmaya açtılar. Cumhuriyet gazetesinde birinci sayfanın 2. Manşet konusu oldu. Mahkeme kararıyla ilgili olarak Radikal gazetesinin benden istediği yazı gazetede yayımlandı. NTV’de Ruşen Çakır’ın Yazı İşleri programına davet edildiğimde konuyu tartıştık. Katıldığım İMC TV’deki Ertuğrul Mavioğlu’nun basın özgürlüğü programında ve yine İMC TV’de Nazım Alpman’ın programında konu tartışıldı. Çeşitli gazete ve dergiler benimle röportaj yaptı ve yayımlandı. İnsan Hakları Derneği, Ayşenur Zarakolu Düşünce Özgürlüğü Ödülünü verdi. 9 Haziran 2011’de İsveç parlamentosuna Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda konuşmacı olarak davet edilmiştim, gittim ve konuşmamı yaptım. Ayrıca Ankara Düşünce Özgürlüğü Girişimi öncülüğünde 42 aydının çağrısıyla başlatılan imza kampanyasına 800 kişi imzaladı. 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü kapsamında Almanya’da Rosa Luxemburg Vakfı, Kızıl Yardım (Rote Hilfe) ve Almanya Göçmen İşçiler Federasyonu (AGİF) tarafından düzenlenen “Türkiye’de Basın Özgürlüğü” konulu panellerde konuşma yapmak için davet edilmiştim. Almanya’nın 10 kentinde düzenlenen panellerde yaptığım konuşmalarda bu konu da tartışıldı.

Mahkeme kararına hemen itiraz ettik. Dosya Yargıtay aşamasındadır. Yargıtay 9. Ceza Mahkemesi’ndeki duruşma 12 Eylül 2012 tarihinde yapılacak. Mahkemenin 18 yıl 9 aylık hükmüne rağmen tutuklama kararı vermediğini de belirtmeliyim. Normal ölçüler içinde, Yargıtay’da mahkeme hükmünün beraat istemi temelinde esastan bozulacağı, hukukçular başta olmak üzere, geniş bir kesimin beklentisidir. Ama Terörle Mücadele Yasası (TMY) ve özel yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri düzeninde ne olacağını kim bilebilir! Polis komplosunun ve onun bir tamamlayıcısı olan özel yetkili İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi kararının Yargıtay’da lehime bozulacağı umudumu koruyorum.

Aldığım 18 yıl 9 aylık hapis cezasının, benim şahsımda düşünce ve ifade özgürlüğüne, basın özgürlüğüne, halkın haber alma hakkına, o dönemde çalıştığım Atılım gazetesine, Şubat 2004’ten bu yana sözcülüğünü yaptığım Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu’na yöneltilmiş bir göz dağı ve saldırının bir ifadesi olduğu yeterince açıktır.

Bitirmeden önce, başta Atılım gazetesi eski yazı işleri müdürü Hatice Duman olmak üzere, dava dosyası kapsamında kanıtsız olarak ağır hapis hükümlerine çarptırılan ve tutuklulukları 9. yıla ulaşan sanıklara da dikkat çekmek istiyorum. Toplumla mücadele yasası adını milyonlarca kez hak etmiş olan TMY iptal edilmediği ve TMY’ye bağlanmış, özel yetkilerle donatılmış Ağır Ceza Mahkemeleri kaldırılmadığı koşullarda, bu adaletsizlik çarkı tam gaz dönmeye devam edecektir...


İLETİŞİM: Necati ABAY-TGDP Sözcüsü,  GSM: 0535 929 75 86,
Twitter:https://twitter.com/necatiabay